Kur'an'da ´Furkan´ Kavramı

‘Fark’ sözcüğü ‘felak’ sözcüğü ile yakın anlamlıdır. Felak sözcüğünde ‘yarılma’ anlamı göz önünde bulunduruluyorken, ‘fark’ sözcüğünde ise ‘ayrılma, infisal’ anlamı göz önünde bulundurulur. Büyük bir topluluğun bölünüp birbirinden ayrılmasına ‘fırka’ denmesi de bu kökten gelen anlamlardandır. Istılahatta ‘Furkan’ ise ‘hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırt etmeyi ifade eder. Bu ayırt etmede ‘ayırt etme’ işlemini yapan, mutlak bilgi sahibi ve bilginin tek kaynağı olan ‘Allah’ tır. İnsan, Allah’ın bilgisine dayanmaksızın, mutlak manada ‘hak batıl’ farkını bilemez, yanılır. İsabet ettikleri olsada, asli olarak yetersizdir. Sebebi ise imtihan ediliyor oluşudur. Bu da doğru bilgiye iman etmeyi yada inkar etmeyi gerekli kılacaktır.

‘’Onu bir Kur'an olarak, insanlara dura dura okuman için (bölüm bölüm) ayırdık ve onu safha safha bir indirme ile indirdik.’’ İsra:106

‘’De ki: 'İman edenleri sağlamlaştırmak, müslümanlara bir müjde ve hidayet olmak üzere, onu (Kur'an'ı) hak olarak Rabbinden Ruhu'l-Kudüs indirmiştir.' ‘’ Nahl: 102

‘’Ve de ki: 'Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız.' Senin Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.’’ Neml: 93

‘’Allah, hidayet bulanlara hidayeti arttırır. Sürekli olan salih davranışlar, Rabbinin katında sevap bakımından daha hayırlı, varılacak sonuç bakımından da daha hayırlıdır.’’ Meryem: 76

İnsan, yanılgılar, yanlışlar ve batılın karanlığından, Allah’ın onu bilgilendirdiği bilgi aydınlığı ile aydınlanarak çıkabilir. İnsan kendi iradesi ile bu yolu tercih etmişse, Allah ona ‘Furkanı’ nasib eder; böylece yanlıştan uzak durmayı, doğru yolda sebat etmeyi, bir yaşam tarzına büründürebilir.

İnsan, hakkı hak olarak bilip/iman etmeden, batılı da batıl oarak bilip/fark etmeden ‘Furkan’a göre hareket edemez. O halde imanın ilkelerinde, salih amellerin tanımında, hüküm ve hikmette, tek ve ihtilafsız bir kaynaktan beslenmeli; O ilahi bilgi kaynağı da‘Kur’an’ olmalı ki, ihtilafa düşülmesin.

‘’Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir.’’ En’am: 159

Allah’a imanın tezahürü olan akide ile Allah’ı inkarın tezahürü olan sapma ve başıboşluk birbirinden farklıdır. Allah’a ve Resulüne iman eden, itaat eden mü’minlerin neyi yapıp/neyi yapmayacağı kestirilebilirken, Allah’ı inkar edenlerin ise neler yapabileceği kestirilemez. Bu durumda iman edene güven beslenirken, inkar edene güven beslemek ise zordur. Bu temel farkın iyi anlaşılabilmesi için, bu farkı ortaya koyan ‘Furkan’ ın iyi bilinmesi icab eder. Furkan iyi bilinmeden ‘doğru bir iman’ ortaya çıkmaz. Kur’an’ın ‘Hakkı batıldan ayıran’ özelliğini tüm insanların bilmesi icab eder; bu sorumluluk müslümanların sorumluluğudur. Peki dinlerini parça parça eden ve ihtilaf halindeki müslümanlar bu sorumluluğu nasıl taşıyıp- yerine getirecek? İşte akidenin tezahürü olan, yani Allah’a teslimiyetin ve O’nun hükümlerine bağlılığın ortaya çıkardığı pratik, bu farkı belirginleştirir. Çünkü Allah’a ve ahirete iman eden kimsenin, Allah’a suistimal yapması düşünülemez. Eğer suistimal varsa, orada başka birşey var demektir; münafıklık, fasıklık ve küfür. Şu ayette olduğu gibi:

‘’(Musa:) 'Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır.' dedi.’’ Maide: 25

Allah’ın insanı denemesi ve imtihan, ölüm anına kadar kesintisiz devam eder. Bu sürecin büyük kısmında insan, kendini müslüman gibi gösterebilir. Müslümanların ellerinde imkanları olduğu ve güç sahibi olduğu zamanlarda ve yerlerde, münafıklık ortaya çıkmıştır; güç kaybına uğradıklarında ve zayıfladıklarında ise, fasıklık (dinden çıkma) daha çok olmuştur. Dikkat edilirse bu farkın tespit edileceği ölçü ‘Furkan’ dır; yani ilahi mesaj. Fakat iman eden kimse için her deneme, Allah’ın iradesine teslimiyet göstererek cereyan eder. Kur’an’ın ortaya koyduğu ilkelere emsal, pratik hayatın vakası vardır ve denenmede buradadır. İman farkının asıl gözlemcisi ise Allah’tır. O halde, hayatın karşımıza çıkardığı problemlerin çözümünde ve durmamız gereken yerin tespitinde ‘Furkan’ iman edenin tek kaynağıdır; fakat yaşanan hayatın inceliğini ondan koparmadan.

‘’ Dedi ki: 'Ey annemin oğlu, sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: 'İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin' demenden endişe edip korktum.' ‘’ Ta’ha: 94

Harun, İsrailoğulları suç işlerken onları uyarmaması düşünülemez, Musa’nın tavrında ise, karekteri bozulmuş olan bu toplumun, zapt edilmesine yönelik olarak, daha fazla bir çaba gösterilmesi gerektiği yönünde... Burada dikkat etmemiz gereken bir durum tespiti var ! Musa onları tamamen dışlamıyor; ne haliniz varsa onu görün de demiyor. Saptıran baş aktörü sorgulayıp- deşifre ediyor ve onu uzaklaştırıyor. Samiri’ye uyanlar, nasıl bir gaflete kapıldıklarını anlıyorlar ve Musa’nın yanında yer alıyorlar. Fakat bu bir nevi, Musa taraftarlığı şeklinde zuhur ediyor; yoksa hayatları imanı ile bütünleşmiş kimseler olarak değil... Olumlu yada olumsuz bir eyleme karşı tavırsız kalmak, mü’min kimsenin yapacağı bir iş değil; olumlu harekete destek vermek, olumsuzun karşısında durmak, imanın ölçüsü ve gereğidir. Bunun dozunu ayarlamak ise, yapılan eylemin etkisi ve derinliği ile ilgi kurarak gerçekleştirilir. Cumartesi yasağına uymamak, yüzeysel görünen fakat derinliği olan bir suçtu. Yusuf’u kuyuya atan, hatta öldürmeyi düşünen kardeşlerin suçu ise korkunç görülmesine rağmen derinliği olmayan bir suçtu; basit bir kıskançlık hareketi... İmanımızın bizi ne kadar harekete geçirdiğini, yaşamda karşımıza çıkan tüm olayları kavrayıp- yorumlamada, bakış açımızı netleştirmekle mümkündür. olaya dahil olmada ise, bizi harekete geçiren saik, iyi anlaşılmalıdır; çünkü ‘fark’ burada ortaya çıkacaktır. Sıçrama tahtamız Furkan mı; yada ruh halimizi etkileyen duygular mı? Buradan duyguların inkarı anlaşılmamalıdır; duygular, vahyin etkisi ile terbiyeden geçirilmelidir. Tevhidin şirkten farkını düşünelim; tevhidde bir yerden (İlahi kaynaktan) irtibatla koordine olmaya çaba sarfederken, şirk durumunda ise, konuyla ilgili olan hangi güç etkin ve yetkili görülüyorsa, o tercih edilmektedir. Şirkte Allah’ın bazı işlerle ilgilenmediği zannı hakim olmaktadır; yada kişi günahkarlığını peşinen kabul ettiğinden, Allah’ın onunla ilgilenmeyeceğini düşünmektedir. Bu sebeple etki altına girdikleri odakların, birbirleriyle olan çelişkileri ve çatışmaları, onları rabler edinen insanları bölmesi kaçınılmaz. Şu ayete bakalım:

‘’ (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır.’’ Rum: 32

Yakın çevremizden başlayarak, dünyanın her yerinde olan olayları gözlemleme, tahlil etme ve sonuç çıkarma çabamızı, hangi ölçü ile yaptığımızı teşhis etme durumundayız. ‘Yaratan Rabbinin ismi ile oku’ diye başlayan mesaj; evrenin okunmasından en küçük bir detayın algılanıp- akledilmesine kadar, Rabbimizle olan bağı koparmadan ve O’nun iradesini gerçekleştirme çabası içinde olmanın, yaradılışımıza en uygun yol olduğunun farkındalığı ile orantılı gelişeceğine şahit olacağız. İnsanlık tecrübesinin, bilimin, hukukun, ahlakın, insan terbiyesinin, ‘kul ile Allah ilişkisinden ne kadar da kopuk geliştiğine şahit olmaktayız. İşte bu ilişkiyi kurmak, temel farkı orta koyar; devamında ise fark detaylanır. Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanan kullar ile sevgisini kazanamayan/gazabına uğrayan kullar arasında ‘fark’ belirginleşir. Mutlak hesap Allah’ın olmakla beraber, iman eden kullar da, bu ayrıma ‘farka’ dikkat edip- onu teşhis eder.

‘’ Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umud eden (gibi) midir? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.' ‘’ Zümer: 9

‘’ Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.’’ Maide: 54

‘’ Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve 'birbirinizi tanımanız ve tanışmanız' için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, haber alandır.’’ Hucurat: 13

‘’Hayır; kim ahdine vefa eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever.’’ Al-i İmran: 76

‘’Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık. Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerden saptırırlar. (Sık sık) Kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sever.’’ Maide:13

‘’Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.’’ Al-i İmran

‘’ Mü'minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.’’ Hucurat: 9

Mü’minlerin eylem ve davranışlarını içeren bazı ayetleri paylaştık; hayatın bütününde ortaya çıkan eylem ve davranışlar ile yapılmaması gereken eylem ve davranışların uyumlu beyanını Kur’an bize sunmaktadır. Kur’an ile amel etme gayreti içinde olanlara Allah, hikmeti nasib etme sözü ve furkanı öğretme sözü vermiştir. Fakat bu sözleşme karşılıklıdır; biz sözümüzü tutacağız ki, Allah’ta sözünü tutsun. Diğer taraftan müşrik ve kafir olanların böyle bir sözü olamaz; çünkü onların yöneldikleri ilahlar farklıdır. Zanlarınca sözleşmeyi onlarla yaparlar. Ölüden ve nesnelerden medet umma ile insanlardan medet ummanın arasında temelde bir fark yoktur; biri itikattaki bir sapıklığı öne çıkarırken diğeri de pratikteki bir sapıklığı öne çıkarmaktadır. Şirkin büyük zulüm olması bundandır; mededin yalnız Allah’tan dilenmesi ( İyyâke na’budu ve-iyyâke nesta’în ) Mü’min ile müşrik arasındaki farkın temelidir. Mitoloji, hurafe ve zanna dayalı itikat bozukluğu nasıl kötü bir pratik ortaya çıkarırsa, kötü bir pratiğin de doğru bir itikatı olamaz.

‘’ Şüphesiz biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hak (Kur'an) ile gönderdik. Sen cehennemin halkından sorumlu tutulmayacaksın.’’ Bakara: 119

‘’ Ve şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.’’ Zuhruf: 44

‘’ Ve hidayete erersiniz diye Musa'ya Kitab'ı ve Furkan'ı verdik.’’ Bakara: 53

‘’ O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat'ı ve İncil'i de indirmişti. Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azab vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır.’’ Al-i İmran: 3;4

‘’ Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a, takva sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (furkan)ı verdik.’’ Enbiya: 48

‘’ Alemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir.’’ Furkan: 1

İman edenler için, hak ile batılı bibirinden ayıracak olan tek kaynak, ‘Furkan’ Kur’an’dır. Zalimlerin oluşturduğu tarihin ‘Hak/batıl’ nitelemesi gerçek değil, sahtedir; 1300 yıldır geçerli ve baskın olan hak nitelemesi, batıl nitelemesi, Hakikati temsil etseydi, ilahi mesaj ile uyumlu bir yaşamın olduğu bir dünyada olur, paramparça olmazdık. Hakkı söyleyenler ve yaşayanlar çok az olmuştur; bu durum da imtihanın çetin oluşunu teyid eder.

Adnan Zengin