Haz ve hız çağındayız, neredeyse sevaplarımızı bile ecrine göre işlemeye çalışıyoruz. Herkes bir yerlere birşeyler yetiştirmeye çalışıyor. Süreci önemsemeden sonuca odaklanıyoruz. Ne kadar kendimiz olabiliyoruz ne kadar başkası adına yaşıyoruz. Sosyal maskelerimiz her an çantamızda hazır, duruma göre uygun olanını takıyoruz. Rollerimiz flu, tavırlarımız değişken, duygu durumumuz kırılgan, egomuz şişik, benliğimiz ütopik bir biçimde yaşadığımızı zannediyoruz.
Kendimizi aldatıyoruz, yeri geldiğinde kendimizi sabote ediyoruz ve kendimizden giderek uzaklaşıyoruz. Farklı bir şekilde kendimizi sunmak, kendimizi şımartmak için birşeyler yapmak artık norm olarak görülüyor. Sağduyu yerine bencilliği, hasbilik yerine hesabiliği tercih ediyor, online bağış yaparak ruhumuzu hafifletiyoruz.
Sosyal medya kullanıyoruz. Kimse fakir değil, kimse çirkin değil, kimse günahkar değil, kimse kötü anne baba değil ve kimse eksik ve kusurlu değil. Herkes hayran olunacak kadar güzel, herkes filozof, herkes şair. Aslında herkes kendinden kaçıyor ve olması gerekeni orada sunuyor maalesef olanı değil. Zamanla buna kendimiz de inanıyoruz, “aslında ben o kadar da fena değilmişim” demeye başlıyoruz. Makyajsız resim, mükellef olmayan sofra, huzursuz aile ortamı paylaşmıyoruz, alttan almıyoruz hayata karşı. Telefon listemizde yüzlerce arkadaş ismi var ama giderek dost isimlerimizi listeden eksiltiyoruz.
Bir biçimde yaşıyoruz. Yaşam koçlarımız var, estetik merkezleri uğrak yerlerimiz, kahveyi filan kahvecide içerek ve orada kahve içmenin verdiği dayanılmaz şımarıklıkla günü geçirmeye çalışıyoruz. Çocuklarımız mı? Onları bebeklikte yuvaya kreşe ve anaokuluna, çocuklukta derneklere, vakıflara ve ergenlikte de bilgi evlerine ve cemiyetlere teslim ediyor onlarla birlikte elif-be bile demeden ömrümüzü tamamlıyoruz, harika anna babalarız. Bunu da gelişmişliğin göstergesi olarak görüyoruz. Onların psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını, duygusal gıdalarını bizim yerimize tedarik eden ve giderenler var nasıl olsa.
Bir çocuğumuz var ama 150 metrekarelik evde oturuyoruz. Çocuk yerine hayvan sevmeye de zamanla alışıyoruz. Evlerimizde çocuklarımızla sosyal medya üzerinden yazışıyoruz. Aslında onlarla çok ilgileniyoruz, onlar bizim arkadaşlarımız ne de olsa.
Allah için birbirini sevenlerin sayısı azalıyor. Nimetlere burun kıvırma, hayata rajon kesme artıyor. Kanaat bitiyor, gösteriş ve ihtişam daha da doğrusu tekasür (böbürlenme ve büyüklenme) benliğimizi bürüdü. Makamlarımız, paramız, sosyal çevremiz genişliyor daha iyi okullarda çocuklarımız okuyor ama daha efendi ve hanımefendi olamıyorlar. Çünkü kültürel aktarımı sağlayan dede, nine ve büyüklerimizi hayatımızdan uzaklaştırıyoruz. Köksüz ağaç gibi olduk.
Evlenmiyoruz, çocuk sahibi olmuyoruz onlar bizim omuzumuzda yük olmaya başlıyor zamanla, kariyeri önemsiyoruz ama sadakayı cariyenin en iyi kariyer olduğunu ve hayırlı bir neslin de en iyi sadakayı cariye olduğunu göremiyoruz. Toplum olarak giderek yalnızlaşıyor ve giderek yaşlanıyoruz.
Kılığa dikkat ediyoruz ama hılığa yani yaratılışa ve karakterimize yatırım yapmıyoruz. İyi giyiniyoruz ama işimizi iyi yapmıyoruz, eyyamcılık almış başını gidiyor. Dava şuurumuz zayıfladı. Kızlarımızı barbi bebekle büyütüyoruz sonra ergenliğe gelince bizden estetik ameliyat için para isteyince yıkılıyoruz. Onlarla başkalarının ilgilenmesini istiyoruz ama dövme ve piercing yaparak fark edilmeye yönelik isteklerini garip buluyoruz.
Ne zaman gireceğimizin belli olmadığı kabirleri ziyaret etmiyoruz, ne zaman düşeceğimiz belli olmayan hastanelerde hastaları ziyaret etmiyoruz, çünkü bunlar bizi eksik ve sonlu olabileceğimiz gerçeğiyle yüzleştiriyor. Bizi rahatsız eden hiçbir gerçekle yüzleşmek istemiyor, konforumuzu bozmuyor, huzurumuzu kaçırmıyoruz.
Çocuklarımıza hikmeti anlatmıyor, kıssa okumuyor, itikad ve inanç esaslarını aktarmıyor sonra da deist olunca afallıyoruz. Kısaca Allah’a yardım etmiyor sonra ondan yardım istiyoruz. Şu anki günlerimiz daha iyi günler dostlar.
Nereye gidiyoruz…