HASBİLİK

Yani “Gönüllü ve karşılıksız iş yapma, gönüllülük” (TDK internet sitesi). Hasbilik; bireyin diğer insanların sorunlarından dolayı kaygılanması, onların ihtiyaçlarını gidermeye çalışması, onlarla “hem-hal hem-dem ve hem-gam” olması ve herhangi bir yakınlığı ve kişisel çıkarı dikkate almadan sadece insan olduklarını düşünerek diğer insanlar için karşılıksız bir şeyler yapmaya çalışması gibi davranışsal örnekler çıkmaktadır. Mesela yağmurlu bir günde, semtimizde veya mahallemizde bir yerlere yetişmeye çalışan ancak bir yandan da yağmurda ıslanan insanları otomobilimizle gidecekleri yerlere götürmeye çalışmak bir hasbilik örneğidir.  Yolda yürüyen insanları tanımamız, onlardan bir karşılık beklememiz veya onların bizden böyle bir şeyi talep etmesi gerekmez. Biz yarım saatimizi böyle bir iş için ayırarak caddede birkaç tur atabilir ve bu insanları gidecekleri yere ıslanmadan yetiştirebilmeye çalışırız. Bu tür bir davranışın bana kalırsa, insan yaşattığı haz ve sağladığı doyum bir anlamda psikolojik bir sağaltım işlevi de görebilir.

Hasbi davranışlara günümüzde toplumumuz son derece muhtaç. İnsanlarımızın önemli bir bölümü maalesef ilişkilere faydacı ve fırsatçı bir açıdan yaklaşmakta ve bir eylemi gerçekleştirmeden önce onun kendisine nasıl bir yararı olacağını dikkate almaktadır. Aslında insanlara karşılıksız bir şeyler vermek için çok şeye sahip olmak gerekmiyor. Bir selamlama, güzel bir söz veya hafif bir tebessüm insanoğlu için çoğu durumda çok büyük bir iyilik olabilmektedir. Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de hasbilikle ilgili bir ayeti kerimede şu şekilde buyurmaktadır; “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, her bakımdan sınırsız zengindir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir) (Bakara, 263).”

Karşılıksız iyilik yapmayı öneren hasbilik; insanlar arasında sağlam bağlar kurulmasına, kişiler arası ilişkilerde güvenin gelişmesine ve nihai olarak sosyal yapının gelişmesine yardımcı olmaktadır. Sosyal ilişkilerde bir tebessümün ne kadar önemli olduğunu gösteren bir öyküyle devam edelim: 

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğle yemek yediği lokantada garsona yüklü bir bahşiş bıraktı.

Garson ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.

Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. 

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. 

Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı... Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar...

Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.

 

Bireylerin bir iyiliği, herhangi bir baskı altında kalmadan veya diğer insanların herhangi bir yönlendirmesine gerek duymadan kendi içsel kontrolü ve desteğiyle yapması son derece önemlidir. Böyle bir durumda birey bu iyilikten herhangi bir karşılık beklemediği için elde edeceği doyum bir koşula bağlı olmayacaktır. Bunun aksine bireyin yaptığı iyilikler için bir beklenti içinde olması, insanlar için koşulsuz ve gönüllü bir fayda sağlamaması durumunda her iyiliğin bir bedeli olacaktır. Birey belli bir süre sonra iyilik içeren her davranışının karşılığını hesaplamak ve bunu talep etmek durumunda kalacaktır. Hesabilik olarak ele alabileceğimiz bu tür bir davranış hasbiliğin tam zıddıdır ve bireye herhangi bir doyum sağlamaz. Birey sürekli olarak kime ne verdiğini, hangi koşullarda verdiğinin karşılığını alabileceğini hesaplamak zorundadır. Bu gerginlik onu yer bitirir, “tilki kurnazdır ama şişman tilki yoktur” sözü bu gerçeği çok iyi bir biçimde açıklamaktadır. Hasbi değil hesabi olan kişilerin ahirette herhangi bir karşılık almayacağı düşünüldüğünde ne kadar apaçık bir ziyanda olduğu kolaylıkla görülebilir. 

Hesapçılığın bireye içsel anlamda yol açtığı maliyet listesi daha çok uzatılabilir. Ancak en büyük zararı bireyi içsel doyumdan ve manevi hazdan uzaklaştırması buna bağlı olarak sürekli bir talep-beklenti kısır döngüsü içinde gerginlik yaşamasıdır. Asla bir mesafe de alamazlar, hayatları boyunca biriktirdiklerinin esiri ve istifçiliğin kurbanı olurlar. İnfak etmezler, yani Allah rızası için ellerindekini harcamayı ve karşılıksız hayırda bulunmayı bilmezler. Bir ayeti kerimede bununla ilgili yüce Mevla şöyle buyurmuştur; “Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. (Tevbe, 35).” Oysa vermenin hazzı başkadır. Hayır işlerinde karşılık beklemeden insanların birbirleriyle yarışmaları tavsiye edilmiş ve sadece bu noktada kıskançlık mubah görülmüştür; “Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın! Nerede olsanız Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz, Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter. (Bakara, 148).” 

Hesapçı kimseler yaşamları boyunca yaptıkları iyi işler için bir karşılık bekledikleri için gerçek anlamda dost ve arkadaş edinmeleri son derece zordur, çevrelerindeki insanlar da kendileri gibi sürekli yaptıklarının karşılığını bekleyen insanlardır, sıkıntıya düştükleri zaman yardımlarına koşacak herhangi birini bulamazlar, zor ve bunalımlarla dolu bir yaşlılık hayatı geçirirle ve malları veya maddi güçleri onlara yaşamlarının son yıllarında herhangi bir fayda sağlamaz. Yaşlandıkları zaman yanlarında kimseleri bulamazlar ve yalnız ve izole bir yaşama mahkum olurlar. 

Hasbilik aynı zamanda tüm peygamberlerin ortak özelliklerinden birisidir. Peygamberler çok büyük sıkıntılara, acı verici yaşantılara ve işkence ve eziyetlere rağmen içinde yaşadıkları toplumları sürekli olarak iyiliğe ve Allah’ın dinine davet etmekten bir an bile geri durmamış ve yaptıkları işi de sadece Allah rızası için yaparak herhangi bir karşılık beklememişlerdir. Onların bu hasbi davranışları karşılığında alacakları ücret yani ecir veya sevap ahrette olacaktır. Bir ayeti kerimede peygamberlerin hasbice davranışları şu şekilde ele alınmıştır; İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “İşte bu, Allah’ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: “Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.” Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şûra, 23).”

Günümüzde giderek daha fazla kapitalist, materyalist, makyevelist, oportünist ve pragmatist bir yaşam felsefene sahip olmaya başlayan insanların buna bağlı olarak maddi güçleri ve refah düzeyleri artmasına rağmen maalesef manevi anlamda aynı huzur ve mutluluğu elde etmeleri mümkün olmamıştır. Bunun nedeni insanların giderek daha yoğun biçimde dünyevi işlere kendilerini kaptırmaları, kendilerini maddi anlamda daha fazla teminat altına almak istemeleri, günlük yaşam deneyimlerini daha fazla ihtiyaç odaklı ele almaları, kanaat gibi olumlu kişisel özellikler yerine hırs ve rekabet gibi insani tüketen olumsuz kişisel özelliklere daha fazla sahip olmalarıdır. Aslında insanoğlunun yaşamı, hiçbir şeyi garanti altına alamayacak kadar kısa ve her şeyi kontrol edemeyecek kadar komplekstir. Elbette bireyin irade-i cüz’isi nisbetinde kontrol edilebilecek bazı şeyler vardır, davranışlarımızı kontrol edebiliriz, çocuklarımızın yetişmesinde katkıda bulunabiliriz ve eylemlerimizi seçebiliriz. Ancak geleceğimizi belirlemek tam anlamıyla elimizde değildir. Yüce Mevlamız insanoğlunun bilgi ve kontrol anlamındaki sınırlılığına vurgu yaparak bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyurmuştur; “Kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi şüphesiz yalnızca Allah katındadır. O,  yağmuru yağdırır, rahimlerdekini bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır. (Lokman, 34).” Bir başka Ayet-i Kerime’de de sağlıklı bir psikolojik ve sosyal gelişim için şu tavsiyede bulunmuştur; “Kim iyi ve yararlı işleri en güzel şekilde yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır. (Lokman, 22).”

Hasbi davranmak ve hesapçı olmaktan uzak durmak günümüz insanının en önemli ihtiyaçlarındandır. Unutmamalıyız ki Allah maddi şeyleri dilediğine manevi şeyleri ise dileyene vermektedir. Yapılacak o kadar geniş bir dizide manevi, sonal ve soyut hayırlı işler varken bireylerin maddi, kısa vadeli ve somut eylemlerle günlük yaşamlarını geçirmeleri, sürekli geleceklerine ilişkin beklentilerde bulunmaları, bitmek tükenmek bilmeyen planlar arasında sıkışıp kalmaları onlara gerginlikten başka hiçbir duygu yaşatmaz. Karşılıksız vermek yani hasbilik ise Yüce Mevlamızın Kuran-ı Kerim’de en fazla övdüğü ve en çok üzerinde durduğu davranış tarzlarından birisi olduğu için muhakkak günün birinde sıkıştığımız veya kendimizi çaresiz hissettiğimiz bir anda karşımıza birden çıkabilecek bir hazine olarak görülebilir. 

İnsanlar genellikle böyle anlar yaşarlar, her şeyin bittiğini, artık sona yaklaştığını, artık hiçbir şeyin düzelmeyeceğini düşündüğümüz melankolik, çaresiz ve bitkin bir anımızda birden işler yoluna giriyorsa; bunu kesinlikle geçmiş yaşantımızda bir beklenti içinde olmadan sunduğumuz bir tebessüme, bir yoksula yaptığımız bir yardıma, yolda kalan birisini gideceği yere yetiştirmemize, girişimcilik duygusu kazanmaya çalışan bir çocuğun bu duygusunu desteklemeye yönelik bir davranışımıza, namaz için camiye giden bir çocuğun başını okşamamıza, rızkını kazanmaya çalışan bir işçinin sırtını sıvazlamamıza, insanlığa faydalı olmaya çalışan bir gencin önünü açmamıza veya yapılabilecek binlerce karşılıksız iyilik davranışlarından herhangi birine borçluyuzdur. “İyilik yap denize at balık bilmezse Hâlik (yaratan) bilir sözü” bir insanın yaptığı iyiliğin elbette bir şekilde değer göreceğini göstermektedir. Kuran-ı Kerim’de iyilik ve kötülüğün bir şekilde insanın karşısına çıkacağı şu ayetlerle delillendirilmiştir: “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir (Zariyat, 7-8).” İyilik yapmanın sınırlarının olmadığını düşündüğümüzde ve iyiliğin insanı birçok yönden diri ve zinde tuttuğunu dikkate aldığımızda aslında iyiliğin insana çok yönden fayda sağladığını söyleyebiliriz. Hasbi davranmanın önemine vurgu yapan şu öyküyle yazımızı bitirelim:

Kendi halinde yaşayıp giden yaşlı bir adamcağız... Bir karısı, bir de külüstür kamyoneti var. Şehir içinde yük taşıyor, kazandığı üç-beş kuruşla geçinmeye çalışıyorlar.  Kamyonetini yenilemek bir yana, doğru dürüst bakımını bile yaptıramıyor. “Bari lastikleri yenileyebilseydik” dediği bir zamanda, kadına bir miktar miras kalıyor.

Yanlış olmasın, 30 milyon civarında; hani o paranın para olduğu zamanda. Rakamda yanılıyor olabilirim, belki de 30 bin lira. O parayla dört lastiği de yenilemek mümkün. Kadın, parayı eşine veriyor lastik alması için.

Adam yolda giderken, genç yaşta dul kalmış olan, önceden tanıdığı bir kadına rastlıyor. Hal hatır sorduktan sonra, iki çocuğuyla perişan bir durumda olduğunu anlatan o genç kadına elindeki bütün parayı veriyor adam.

 “Al kızım” diyor, “senin ihtiyacın benden daha fazla.” Çaresiz kadıncağızın nasıl sevindiğini tahmin edersiniz. Bin türlü dua ediyor şoför amcaya.

 Şoför amca, akşama eve dönünce eşi soruyor:

“Aldın mı lastikleri ?”

 Adam ne desin...

 - Almadım.

 - Neden?

 - Lastik yokmuş.

 Baştan söylemeyi unuttum, bu tontoncuklar, Anadolu'nun ufak bir şehrinde yaşıyorlar. Yani lastiğin bulunmaması normal sayılabilir.

- İyi madem... Parayı ne yaptın? Kaybetmedin ya!..

- Yok canım... Para şeyde, lastikçide. Gelince verecek.

Ondan sonra, kadın her akşam aynı soruyu soruyor, adam aynı cevabı veriyor:

- Gelmiş mi lastikler?

- Gelmemiş.

- Gelmiş mi?

- Gelmemiş.

Derken, o meşhur “Körfez Krizi” patlak veriyor. Adam artık her akşam aynı yalanı söylemekten usanmış, eve gittiğinde diyor ki:

 - Hanım, bizim lastikler yurt dışından gelecekti. İşte şimdi

 gelmesi imkansız.

- Neden?

- Malûm işte, Körfez Krizi çıktı ya...

Kadıncağız günlerce, aylarca dua ediyor, “Şu Körfez savaşı bir an önce bitsin de bizim adam, arabanın tekerlerini

 yenilesin” diye.

Şoför amca kabak lastiklerle yoluna devam ediyor. Günün birinde savaşın bittiği ilan ediliyor.

Artık adam da söylediği yalanın ağırlığı altında iyice ezildiğini 

 fark ederek,

“Bu akşam eve gidince doğrusunu açıklayacağım” diye geçiriyor içinden, “ne olursa olsun, kıyamet mi kopar?”

 O kararlılıkla eve gittiğinde, “Hanım, hani şu bizim lastik meselesi vardı ya...” diye söze başlamak

 üzereyken,

Eşi “Hah tamam” diyor,

- Biliyorum.

- Neyi biliyorsun?

- Gelmiş, gelmiş.

- Ne gelmiş?

- Lastikler.

- Ne lastiği yahu?

- Arabanın...

- Nerden biliyorsun?

- Canım, senin lastikçi geldi.

- Benim lastikçi mi?

- Evet, iste şu kartı bıraktı bugün. Muhakkak yarın gelsin alsın

 lastikleri dedi.

- Allah!..

Adam şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor. Yemeğini yiyor, namazını kılıyor, yatıyor ama uyku ne mümkün? Sabahı zor ediyor. Erkenden kalkıp elinde kart, lastikçinin kapısına dikiliyor.

Lastikçi,

  

 “Nerdesiniz beyim?” diye söze başlıyor, “Allah aşkına gelin alın şu lastiklerinizi !”

Şoför amcamız “Bu neyin nesi?” diye ısrarla sorunca, lastikçi meselenin aslını anlatıyor.

- Geçenlerde rüyamda bir evliya gördüm. “Filanca adama git, ona dört lastik ver.” buyurdu. Ben de hayırdır inşallah dedim ama, sonra rüyadır bu deyip pek önemsemedim. Ne ettiğimi fark edemedim... Cahillik işte, bağışlayın. Hayatım altüst oldu. Evvelki gece tekrar gördüm. Beni bir azarladı ki sormayın. Bana şöyle söylendi:

“Senin kurtuluşun o adama vereceğin dört lastikte...”

“Ne olur, şu lastikleri alın da kurtarın beni.”

 

Selametle kalınız…

Prof. Dr. Ahmet Akın