İslâm, insanın dünyaya günahsız geldiğini kabul eder ve ona günah işlemeden nasıl yaşayabileceğinin yolunu gösterir. Fıtratındaki kodlara uygun olarak kadını kadın, erkeği de erkek olarak kalmaya davet eder.
Kendi olabilen kadın ve erkek, sahip oldukları farklılıklar içerisinde daimi ve izafî görev alanlarında, varoluşlarının gereğini îfa ile sorumludur. Sorumluluk şuuruna sahip insan, imanı ve ameliyle önce kendinin Cennet yolunu emniyete alır, sonra da tebliğ ile muhataplarının kurtuluşu için çalışır.
Erkek baba, kadın ise annedir. Bu yüzden ne kadın erkektir; ne de erkek kadındır. Çünkü fiziki durumları ve algılayışları itibarıyla farklıdırlar. Birbirleri üzerinde bu farklılıkları da hissederler. Bir erkek bir kadına, kadına baktığı gibi bakar. Bir kadın da erkeğe, erkeğe baktığı gibi bakar. Yani hiçbiri kadınlıklarından ve erkekliklerinden mahrum değildir.(1) Mahrum olmamalarının hukuki bir kimlik kazanabilmesi ya da memnunlar içerisinde mağdurlar sınıfı oluşmaması için, her şeyi en doğru bilen Allah Azze ve Celle onlar için mahremiyet sınırları tayin etti ve bunlara riayet etmeyi emretti. Erkekle kadının bir araya gelişleri belli ölçülerle kayıt altına alınmıştır. Buna göre her ikisi de gözlerini harama bakmaktan korurlar.(2) Kadınlar ziynetlerini açığa çıkarmaz,(3) yabancı erkelerle çekici bir eda ile konuşmaz,(4) yürüyüşlerine hayayı egemen kılar,(5) açılıp saçılmaz,(6) üçüncü bir şahsın olmadığı yerde yabancı bir erkekle baş başa kalmazlar. İslâm iki farklı cinsten oluşan insan gerçeğini bu çerçevede ele almış ve emirlerini bu gerçeklik üzerine bina etmiştir.
Tahrîru’l-Mer’e
İslâm, ailede son sözü söyleyen olması cihetiyle (7) bir adım öne çıkardığı erkeğe, kadın üzerinde mutlak otorite vermemiş, onları birbirini tamamlayan iki unsur olarak görmüştür. İslâm’ın, kadını sahip olduğu özelliklerle değerlendiren bu bakış açısı, müstağriblerin “Tahrîru’l-Mer’e/Kadını özgürleştirme” hareketinden ya da bizdeki “Hocaya, kocaya, paşaya hayır!” ironisinden çok daha öncedir. “Kadın kadındır.” diyen İslâm, bugün kadın haklarından bahseden modernizmden çok daha kıdemlidir. Ne varki yegâne kadınca yaşam tarzının kendisi tarafından önerildiği yalanına yenik düşen modernite, kadın gerçeğini vasat bir ortamda anlama imkanına sahip olamamıştır.
Kadını erkek hegemonyasından kurtarmayı vadeden modernite, ataerkil yapıya karşı tepkisini ortaya koyarken ölçüyü kaçırdığından dolayı, kadını yeni argümanların boyunduruğuna mahkûm etmiştir. Koca hâkimiyetinden kurtardığına inandığı kadını, sanayi devriminin ağır çalışma şartları ile gelen modern müstemlekeciliğe kurban etmiştir.
İslâm tarihine hakim olan kadın tasavvurunun problemli olduğunu, kadınla alakalı ictihadların Kur’an-ı Kerîm’in kadın tasavvurunu yansıtmadığını; bu yüzden “kadını özgürleştirme” hareketinin gölgesinde, kadın lehine orta rezervli bir yenilenmenin kaçınılmaz olduğunu iddia etmişlerdir. Kur’an-ı Kerîm merkezli bir arınma hareketiyle İslâm geleneğine hakim olan “erkekçe bakış açısı”nın izlerinin silinebileceğini düşünmüşlerdir.
Özgürlükçü Dernekler
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde eş zamanlı olarak -özellikle- İstanbul ve Kahire’de kurulan dernekler vasıtasıyla, “kadını özgürleştirme” hareketi kısmen kurumsallaşmıştır. Dernekler tarafından neşredilen mecmualarda İslâm toplumunda kadının eve hapsedildiği, gerçekte ise Şeriat’ın -adeta- kadının her yaptığına evet diyen “izinler manzumesi”nden ibaret olduğu vurgulanmıştır.
Bu dönemde neşredilen feminist yayımlardan, Osmanlı Müdâfây-ı Hukûk-i Nisvân Cemiyet’inin yayın organı olan “Kadın Dünyası” dergisi de, diğerleri gibi Batı yanlısı bir yayın politikası izlemekte; yazarlar erkekten yana tavır aldığını düşündükleri İslâm ulemâsına karşı ortak dayanışma platformu oluşturmuş durumda idi.
İlerleyen yıllarda “Kur’an’da Kadın” başlığı altında türâs-ı İslâm’ı tahdîd ve tenkit eden ve yeni kadın imajının nasıl olması gerektiğini savunan eserler kaleme alınmıştır. Bu tür eserlerde -sıklıkla- ayetlerin siyak ve sibakından kopartılarak işlenmesi, rivayetlerin dar anlamda değerlendirilmesi, ulemânın bazı rivayetleri kadınlar aleyhine yorumladıkları gibi uç iddialara (8) yer verilmesi, onları ilmî ortamlarda itibarsızlaştırmıştır.
Kadın ve Ev
Kadının özgür olmasını savunan ve bu savunma ile -zımnen de olsa- İslâm’da kadının tutsak olduğunu iddia eden modernistler, evini sadece ibâte için kullanan bir kadın modeli önermişlerdir. Bu yüzden fitne olacak durumlarda kadının camide ibadet etmesinin kerahetine işaret eden ictihadları dinî ve aklî temelden yoksun ve yanlı değerlendirmeler (9) olarak nitelemişlerdir. (10)
Kadın ve Cami
Kadının cami merkezli bir ibadet hayatının olması gerektiğini savunanlar, Allah Rasûlü ﷺ ve Râşid Halifeler döneminde cami ile iç içe olan kadının, Emeviler döneminden itibaren cami ile münasebetinin giderek zayıfladığını; cinsiyet eşitliği prensibinden uzaklaşılarak sosyal, siyasal, ekonomik ve dini hayattaki konumlarının tekrar sorun haline getirildiğini iddia etmektedirler. (11)
Ne varki bu iddia şu cihetle tarihi gerçeklerle çelişmektedir: Allah Rasûlü ﷺ Medine’de Mescid-i Nebevi’yi inşa edince ona yakın olmak isteyen Sahâbe, evlerini mescidin çevresine kurmuştu. Evlerin kapıları da mescide açılmakta idi. (12) Bu yüzden erkekler gibi kadınlar da her ne amaçla olursa olsun evlerinden çıktıklarında öncelikle mescide uğramak zorunda idiler. Bu durum kadınların mescit ortamında daha fazla bulunmalarını temin etti. Kadınların ibadetlerini camilerde yapması gerektiğini savunanların delil olarak ileri sürdüğü “Bir kadın sahabinin namazda Allah Rasûlü’nün ﷺ ağzından ‘Kâf Suresi’ni ezberleyecek kadar camide yer alması” meselesi de Medine’deki bu ilk yerleşim şartları çerçevesinde gerçekleşmişti.
Medine döneminin ilerleyen yıllarında mescitle sosyal hayatın münasebeti değişince, evlerin mescide bakan kapıları bizzat Allah Rasûlü’nün ﷺ emriyle kapatılmıştır. Böylece kadınların cami ortamında yer almaları, yeni düzenleme ile sınırlandırılmıştır. Fakat Hz. Ömer devrinde teravih namazları cemaatle kılınmaya başlayınca; halife, erkeler için ayrı, kadınlar için de ayrı mekanda farklı imam görevlendirerek onların daha geniş katılımla cemaatle namaz kılmalarına imkan hazırlamıştır. Hz. Ömer’in bu uygulamasında Efendimiz’in kadınlar için camiyi ibadetten daha çok eğitim için kullanması başlıca etken olmuştur. Nitekim Ebû Saîd el-Hudrî’den gelen şu rivayet bu hususu açıklamaktadır: “(Bir gün) Kadınlar ‘Galebenâ aleyke’r-ricâl/Ey Allah’ın Rasûlü , erkeklerden bize meydan kalmıyor, bize özel bir gün ayırır mısın?’ dediler. Rasûlüllah da onlara bir gün belirledi. Kadınlar o günde Rasûlüllah’ın huzuruna gelir, O da onlara sohbet ederdi. (13)” Kadınların Allah Rasûlü’ne ﷺ gelip “Galebenâ aleyke’r-ricâl/Erkeklerden bize meydan kalmıyor, bize özel bir gün ayırır mısın?” demelerinden; ‘Erkekler her gün camiye devam ediyor, ilim öğreniyor ve dini meseleleri dinliyorlar. Biz kadınlar zayıfız, onlarla boy ölçüşemeyiz’(14) gibi bir anlam çıkmaktadır. Allah Rasûlü’nün bu uygulaması, kadınların mescidi genelde ilim tahsil etmek için kullandıklarını bildirdiği gibi, beş vakit dahil diğer namazlar için de sıklıkla camiye çıktıkları iddiası ile de çelişmektedir.
Kadın sahabilerin cemaate çıkmaları ile alakalı Tahavî şunları söylemektedir: “Kadınların namazgâha gitmeleri İslâm’ın ilk yıllarındadır. Bundan gaye ise, düşman nazarında Müslümanları çok göstermektir.” (15) Allah Rasûlü’nün ﷺ camiye girmelerinin helal olmadığını söylediği hayızlı kadınların bayram sabahı namazgâha çıkıp arkada durmalarını teşvik etmesi de, bu “çok görünme” fikrini desteklemektedir. İlerleyen yıllarda Müslümanların kemiyet itibarıyle büyük kalabalıklara tekabül etmeleri, kadınların cemaate iştiraklerinin gerekçesini ortadan kaldırmış, bu yüzden onlar namazları evlerinde kılmışlardır. Ayrıca kadınların mescidi amacı dışında kullanmaları da cemaatten geri kalmalarında etkili olmuştur. Konu ile ilgili Hz. âişe şöyle demektedir: “Eğer Rasûlüllah kadınların (kendisinden sonra) mescitlerde neler ihdas edeceklerini bilseydi, İsrailoğulları’nın kadınları gibi, o da onların mescitlere girmelerini yasaklardı.” (16)
Kadınlar Kapısı
Başlangıçta Mescid-i Nebevi’nin kapılarından hiçbiri kadınlara tahsis edilmemişti. Camiye giden kadınların sayısında artış olunca Allah Rasûlü ﷺ ; “Şu kapıyı kadınlara tahsis etseydik.” (17) buyurmuştur. Sahabe Allah Rasûlü’nün ﷺ bu ifadesini delalet cihetiyle tahsis kabul etmiş ve bir daha irşad ya da ifta için kadınlar mescidde iken o kapıdan mescide girmemiştir. Nitekim Abdullah b. Ömer , Efendimiz’in açtırdığı bu kapıdan ölünceye kadar içeri adım atmamıştır. Eğer diğer sahabiler girdilerse, bu ya namaz vakitleri dışındadır ya da onlar Allah Rasûlü’nden ﷺ bu konudaki yasaklayıcı hükmünü işitmemişlerdir. (18) Daha sonra Hz. Ömer Allah Rasûlü ﷺ tarafından kadınlara tahsis edilen bu kapıdan erkeklerin girmesini bütünüyle yasaklamıştır. (19)
Hayır Nerede?
Müslüman kadının cami merkezli bir ibadet hayatı olması gerektiğini savunanlar, kadınların ibadet etmeleri için evlerinin camilerden daha hayırlı olduğu görüşünün bir temenni olduğunu ya da konu ile ilgili hadislerin yorum farklılığından kaynaklandığını, bazı rivayetlerin kadınlar aleyhine yorumlandığını (20) dolayısıyla da kadınların camiye mesafeli durmalarını temin eden anlayışın dinî ve aklî temelden mahrum (21) olduğunu ileri sürmektedirler. Evin camiden daha hayırlı olduğunu tasrih eden Ümmü Humeyd hadisinin ise o sahabinin ailevi sorunlarına matuf olduğunu bu yüzden genelleme ifade etmeyeceğini iddia etmektedirler.
Gerçek şu ki kadınlar için evlerin mescitlerden daha hayırlı olduğunu bildiren hadisler yoruma ihtiyaç duymayacak derecede açıktır. Bu durum, Allah Rasûlü’nün ﷺ eşleri başta olmak üzere diğer bütün kadın sahabiler tarafından da böyle anlaşılmıştır. Nitekim Efendimiz’in eşleri, cemaatle kılınan namazın ferdi olana nisbetle 27 derece daha faziletli olduğunu bilmelerine rağmen namazlarını mescit yerine, mescide bitişik olan evlerinde eda etmişlerdir. (22)
Ümmü Humeyd hadisi de iddia edilenin aksine genelleme ifade etmektedir. Kadınların ibadetlerini nerede yapmalarının daha faziletli olduğunu bildiren ilgili hadis şu şekildedir: “Odalarınızda kıldığınız namaz, salonlarınızdakinden, salonlarınızda kıldığınız binalarınızdakinden, binalarınızda kıldığınız da cemaatle kıldığınız namazdan daha faziletlidir.”(23) Allah Rasûlü ﷺ, Ümmü Humeyd’e “Salâtuki/senin namazın” şeklinde değil de “salatükünne/siz kadınların namazı” diye hitap etmiş ve bütün kadınları kastetmiştir. Konu ile alakalı bir başka rivayet ise şu şekildedir: Ümmü Humeyd, Allah Rasûlü’ne ﷺ gelip, O’nunla birlikte namaz kılmayı arzuladığını söyler. Bunun üzerine Efendimiz kendisini anlayışla karşıladığını fakat -ona- odasında kılacağı namazın salondakinden, salondakinin binadakinden, binadakinin aile mescidinden, aile mescidindekinin de Peygamber mescidindekinden daha hayırlı olacağını söylemiştir. (24) Ümmü Humeyd’le alakalı bu rivayette de ailevi bir nedene işaret eden herhangi bir unsur mevcut değildir. Konu ile alakalı el-İsâbe’deki rivayette ise Ümmü Humeyd bütün kadınlar olarak serzenişte bulunmuş ve “Ey Allah’ın Rasûlü eşlerimiz seninle birlikte namaz kılmamıza engel oluyorlar” deyince Hz. Peygamber bütün Müslüman kadınlara hitaben, iç odalarda kılınan namazın diğer bütün mekanlardan daha faziletli olduğunu bildirmiştir. (25)
Kadın, Cami ve İrşad
Asr-ı Saadet ve sonrası dönemlerde kadın, -iddiaların aksine- ihtiyaç hissetmesi durumunda cami ortamında yer almış, gerek çocukluk gerekse de yetişkinlik döneminde irşat hizmetlerinden faydalanmıştır. “Eşleriniz camiye çıkmak için sizden izin istediklerinde onlara engel olmayınız” hadisi de bunda etkili olmuştur. Fakat tarihin hiçbir döneminde kadın, erkek gibi cami merkezli bir irşat ya da ibadet içerisinde yer almamıştır.
Burada göz ardı edilen bir husus var ki, o da Allah Rasûlü’nün ﷺ “kadının camiye çıkmak için eş ya da velisinden izin alması” gerektiğini belirtmesidir. Kadının, camiye çıkmasının izne tabi olmasının zımnında daimi ibadet yerinin evi olduğu gerçeği de vardır. Bunun içindir ki eş ya da veli cami ortamının kadın için müsait olmadığı kanaatine sahipse ona izin vermeyebilir. (26)
Müslüman kadını evinden çıkartıp, tahsil ve iş hayatında erkeğin “paydaşı” yapmayı hedefleyen anlayış, onun rahatsız olacağı ortamlarda bulunmasını “fitne” olarak niteleyen ulemâya “Eğer fitne iki cinsin bir arada bulunması şeklinde oluyorsa, bunun bedelini sadece kadınlara ödetmek adalete aykırıdır.” diyerek itiraz etmektedir. Onlara göre, kadının “arz-ı endâm”ının din adına engellenmesi anlamına gelen bu durum, modern dönem müslüman kadını tarafından, “tecrit” olarak algılanmaktadır. Konu ile alakalı N. Göle’nin, sözlerini naklettiği bir kadın şunları söylemektedir: “(Müslüman erkekler) Sadece haramları öne sürerek kadınları toplumdan soyutlamaya çalışıyorlar. Mesela Müslüman bir erkek, hanımını okula göndermiyor, (hanımı) otobüse binsin istemiyor. Hanımlar açısından haramları öne sürüyorlar… Şayet ben bu durumda Allah’ın emirlerini uygulamama noktasında kalıyorsam, bu erkek için de söz konusudur. Onun da otobüse binmesi sakıncalıdır.” (27)
İslâm’ın kadını kadın, erkeği de erkek olarak değerlendiren bakış açısından mahrum olanlar eşitlik adı altında her alanda erkekle boy ölçüşen bir kadın kimliği oluşturmuşlardır. Ne var ki yapay olan bu kimlik, fıtrat realitesine aykırıdır. Nasıl erkek, sahip olduğu özellikler itibarıyle kadınla eşit olamıyorsa; kadın da erkekle eşit olamaz. Çünkü kadın daha duygusal ve kolay incinen, erkekse daha realist ve güçlü yaratılmıştır. “Ay kardeş” diye konuşan erkekle, muhatabına “Gel buraya azizim!” şeklinde hitap eden kadın tiplerinin garabeti, eşitlik iddialarının ne derece havada kaldığını açıkça göstermektedir.
Cuma namazının erkeklere farz olması, bayram namazının da Cuma kimlere farz ise onlara vacip olması, ayrıca vakit namazlarına sadece erkeklerin devam etmesi geleneği ve mazeretsiz olarak gelemeyenlerin Allah Rasûlü ﷺ tarafından sert bir dille ikaz edilmeleri göstermektedir ki, camiye devam etmesi mutlaka gerekli olanlar erkeklerdir. Bu durumda “fitne” ifadesinden hareketle kadınlar gibi erkeklerin de camiye çıkmalarını tartışmaya açmak, camiyi erkek için daimi ibadet yeri olarak belirleyen Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet’le çelişmektedir.
İslâm kadına ev, erkeğe ise cemiyet merkezli bir hayat öngördüğünden Kur’an-ı Kerîm kadınlara, “Evlerinizde vakarınızla oturun.” (28) derken; erkeklere de“Yerin sırtlarında dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin.” (29) diye emreder. Buna göre kadın, merkezî yaşam yeri olan evinden cemiyete okumak, okutmak, tedavi olmak, tedavi etmek gibi belli ihtiyaçlar için çıkar ve çıkarken de şu hususlara riayet eder: “Eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki kalbinde maraz bulunanlar kötü ümide kapılmasınlar. Sözü ciddi ve güzel söyleyin. Vakar ve haşmetinizle evlerinizde oturun. Cahiliyye dönemi kadınlarının kırıla döküle ziynetlerini göstererek yürüdükleri gibi süslenip yürümeyin.” (30) Bu uyarıları dikkate alan fakihler, ayetten(Ahzab: 33) hareketle şöyle bir hükme varmıştır: “Allah Teâlâ’nın kadınlara, dışarıya çıkmaya ihtiyaçları olmadığı durumlarda evlerinde oturmalarını emretmesi, boş boş dolaşmalarını da yasakladığı anlamına gelmektedir.” Çünkü kadının ahlakî kriterlere riayet etmeden sokağa çıkması fitneye sebep olur. (31)
Bu ifadelere dayanarak; fakihlerin, kadınları “fitne” olarak nitelediklerini söylemek, maksadını aşan bir yorum olur. Çünkü fakihler ne kadına ne de kadının bir ihtiyaç ya da rahatlamak için dışarıya çıkmasına fitne demiyor, bilakis ahlaki kriterlere ve tesettüre riayet etmeden sokağa çıkmasının fitneye sebep olacağını söylüyor. Metin ve şerh kitapları bütüncül bir bakış açısıyla okunduğunda bu incelik gözden kaçmayacaktır. Ayrıca İslâmî literatürde fitne sıklıkla “imtihan” anlamında kullanılmaktadır. Nitekim Allah Azze ve Celle, “Şüphesiz mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer fitnedir/imtihandır” (32) buyurmaktadır. Buna göre, fakihlerin fitne ifadelerinden kadınların aşağılandığı hükmünü çıkarmak ayete aykırıdır. Ayrıca fitne kelimesi ile kadınların aşağılanması hedeflenmiş olsaydı, namaz kılamayan hayızlı kadınların ümmetin coşkusuna ortak olma ve kalabalık görünme gibi gayelerin söz konusu olduğu bayram namazlarında, namazgâhların arka tarafında yer almalarına müsaade edilmezdi.
Hadislerin Kadınlar Aleyhinde Yorumlandığı İddiası
Modernistler, Müslüman kadının evindeki ibadeti camiye tercih etmesinin, ulemânın onu akıl ve din açısından eksik bir varlık olarak tanımlayan bazı rivayetleri Allah Rasûlü’ne ﷺ isnat etmesi ve ilgili rivayetleri kadınlar aleyhinde yorumlaması (33) neticesinde oluştuğunu iddia etmektedir.
Maalesef ki modernitenin buyurgan aklının, erkekle esaslı fiziksel farklılığa sahip olan kadını, erkeğin olduğu her yerde var olmaya çağırması, bazı Müslümanları mesnetsiz bir şekilde sahîh hadisleri inkar gibi uç ithamlara “evet” diyebilen bir anlayışa esir etmiştir.
Kadının ne olduğu ve nasıl anlaşılması gerektiği ancak Allah Teâlâ’nın yarattığı koordinatlar çerçevesinde tanınmasıyla mümkündür. Buna göre derin bir haya mevzuu olan kadın, annelik vazifesini asıl kabul etmesi şartıyla cemiyetin pek çok noktasında görev alabilir. (34) Fakat bu, onun erkelerle aynı özelliklere sahip olduğu anlamına gelmez. Hadisenin bu boyutuna vakıf olanlar kadının din açısından eksik olduğunu bildiren hadîs-i şerîfin İslâm’ın özüyle çatışmadığını da göreceklerdir. Nitekim Allah Rasûlü ﷺ ilgili hadiste kadının dininin eksikliğinin nedenini; “hayızlı halinde namaz kılmayıp, oruç tutmaması” (35) olarak açıklamıştır.
Kadının hayız hâlinde namaz kılmayıp oruç tutmaması, erkeğe nispetle bir eksikliktir. Fakat bu eksiklik zannedildiği gibi kadın adına bir nakısa değildir. Bilakis bu durumda namaz kılmasının ve oruç tutmasının haram olmasını dikkate alıp haramı terk etmesinden dolayı sevap kazanmaktadır. (36) Yani bu durum, kadının bir zafiyeti değil bilakis sevap kazanmasına vesile olan nev-i şahsına münhasır bir özelliğidir.
Hulâsa
Hicretin ilk yıllarında Mescid-i Nebevi etrafında kurulan evlerin kapıları mescide açıldığından, mescid, Müslümanların hayata açılan meydanları olarak da kullanılmıştır. Evden çıkanlar ilk olarak mescide uğramakta, zihinler cami şuuruyla tevhîd edilmekte, efendiyle kölenin omuz omuza safta duruş halleri camiden sokağa taşınmaktadır. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı ilk yıllarda kadınların mescitle münasebeti sonraki yıllara nispetle daha yoğun olmuştur.
Allah Rasûlü ﷺ Medine döneminin ilerleyen yıllarında erkekler için cami, kadınlar için de ev merkezli bir ibadet hayatını teşvik etmiş; özürsüz olarak cemaate gelmeyen erkekleri ikaz ederken, kadın sahabilere evlerinin iç odalarında ibadet etmelerinin kendileri için daha hayırlı olacağını söylemiştir. Bunun içindir ki, Peygamber Mescidi’nin kadın cemaati gün geçtikçe azalmış, evleri mescide bitişik olan peygamber eşleri de namaz için mescide çıkmamışlardır.
Müslüman kadınlar efdal olan evde ibadeti, mübah olan camide ibadete tercih etmişler, mescit olarak evlerini kullanmışlardır. Fakat dışarıda bulundukları zamanlarda da vakit namazlarını camilerin kadınlara mahsus bölümlerinde eda etmişlerdir.
Hadiseye naklî ve aklî esaslar yerine, “erkeğe bedel ödetme” gibi tepkisel ya da “kadını özgürleştirme” gibi sloganik yaklaşanlar, mevzunun eleştirel değerini artırabilmek için mevcut kadın-cami münasebetini var olandan farklı gösterme gayreti içerisine girmişlerdir.
İddiaların aksine, kadın Asr-ı Saadetin son yıllarına oranla günümüzde camide daha fazla bulunmaktadır. Nitekim teravih namazlarını camilerde kılmakta ve uygun şartlar oluştuğunda da cuma ve bayram namazlarına katılıp ümmetin ortak sevincine tanıklık etmektedir.
Kadınların vakit namazlarını camide kılmaları noktasında ısrarcı davranan, Cuma namazının onlara da farz olduğunu savunanlar, nassa aykırı görüş bildirdikleri gibi toplumun sosyolojik durumunu da göz ardı etmektedirler. Günümüzde birçok köyde vakit namazları bir iki cemaatle kılınmaktadır. Buna göre erkek cemaat olmayan kırsal kesimdeki bir camiye gelen kadın, imamla baş başa namaz kılacaktır. Bu durum, İslâm’ın öngördüğü kadın erkek münasebetine aykırı olduğu gibi, kötü niyetli insanların istismarına da zemin hazırlayacaktır.
Batı uygarlığının kadın sorununu genelleştirip, İslâm’la aynîleştirmek ne kadar yanlışsa, ondaki sorunlardan kaynaklanan özgürlük problemlerini, İslâm bünyesinde de var farz edip, eğitimden ibadete kadar kapsamlı bir tahrîru’l-mer’e projesi yürütmek de o kadar yanlıştır. Bu durum sağlam vücudu ilaçla tahrip etmeye benzemektedir.
Ulemânın, belli vakitlerde kadının camide namaz kılmasının mekruh olduğunu neden söylediğini öğrenme ihtiyacı hissetmeyenler, sloganik ifadelerle kadının yarınlarını karartmış, umutlarına da kezzab dökmüş olacaklar.
İhsan ŞENOCAK’ın “İslam’ın Kızına” adlı kitabından alınmıştır. (S. 94-113)
Dipnotlar
1 – Bk. Mülk: 14.
2 – Nûr: 30-31.
3 – Nûr: 31.
4 – Ahzâb: 32.
5 – Kasas: 25.
6 – Ahzâb: 33.
7 – Nisâ: 34.
8 – Karen Armstrong, Tanrı’nın Tarihi, (Çev: O. Özel, H. Koyukan ve K. Emiroğlu), Ayraç Yay., Ankara 1998, s.211–212.
9 – Bk. Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm, el-Muhallâ, Kahire, 1969, V, s.55; Şemseddin es-Serahsî, el-Mebsûd, Beyrût, 1982, II, s.20-25; Abdulkerîm Zeydan, el-Mufassal fî Ahkâmi’l-Mer’e, Beyrût, 2000, I, s.268-269.
10 – Bu makale’de; “İslâm, kadına ibadet mekanı olarak nereyi uygun görmektedir?”; “Kadın için daha hayırlı olan cemaatle mi yoksa evinde mi ibadet etmesidir ve bu noktada ulemâ iddia edildiği gibi ayet ve hadislere rağmen bir sınırlandırmaya gitmiş midir?” gibi sorulara cevap arayacağız.
11 – Fıkhın kolaylaştırılmasını talep edenlerin açılımları hep bu şekilde başlar. Allah Rasûlü’nün ﷺ kolaylaştırdığı dinin Sahâbe tarafından bir parça zorlaştırıldığı, tâbiûnun da dini Sahâbeden daha zor hale getirdiği ve bu durumun günümüze kadar artarak devam ettiği iddia edilir. İddianın vâkıaya aykırı olduğunun en önemli göstergesi hadislerin fıkıh kitaplarında yer alan hükümlere kaynaklık etmesidir.
12 – Bk. Ebû Dâvûd, Tahare, 93.
13 – Buhârî, İlim, 36.
14 – Aynî, Umdetu’l-Kârî, Beyrût, 2001, II, s.202.
15 – Aynî, a.g.e., III, s.404.
16 – Buhârî, Ezan, 163.
17 – Ebû Davûd, Salât, 16.
18 – Mahmud Muhammed Hattab es-Sübkî, el-Menhelü’l-Azbü’l Mevrûd, Beyrût, ty., IV, s.72
19 – Bk. Ebû Dâvûd, Salât, 17.
20 – Bk. Karen Armstrong, a.g.e., s.211-212.
21 – Bk. Ignaz Goldziher, İslâm’da Eğitim, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1988, cd.2, sy.7, s.90.
22 – Bk. Zeydan, a.g.e., I, s.212.
23 – Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Esîr, Üsdu’l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, Beyrût, 1994, VII, s.311.
24 – İbn Abdilberr, el-İstîâb fî Esmai’l-Ashâb, Beyrût, 2002, II, s.580.
25 – Hadis metni için bk. İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrût, 1995, VIII, s.383; Konu ile ilgili hadisler için bk. Ebû Dâvûd, Salat, 53; Tirmizî, Reza’, 18; Ahmed, Müsned, II, 297-301, VI, 371.
26 – Zeydan, a.g.e., I, s.214.
27 – Nilüfer Göle, Modern Mahrem, İstanbul, 1994, s.123.
28 – Ahzâb: 33.
29 – Mülk: 15.
30 – Bkz. Ahzâb: 32-34; Allah Rasûlü’nün ﷺ eşleri ile ilgili nazil olan bu ayetler bütün Müslüman kadınlara hitap etmektedir.
31 – Bk. Alauddin Ebûbekr el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, Beyrût, 1997, II, s.338.
32 – Teğâbun: 15.
33 – Bk. Savaş, Hz. Peygamber Devrinde Kadın, s.46.
34 – Allah Rasûlü’nün ﷺ uygulamasına baktığımızda, kadına toplumsal anlamda ciddi roller yüklendiği görülmektedir. Kadın sahabiler, “ev merkezli” hayatları içerisinde cemiyetin bir çok ünitesinde görev almışlardır. Ümmü Atiyye Efendimizle 7 gazve’ye katıldığını bildirmektedir. Hz. Aişe ve Ümmü Süleym Uhud’da görev almıştır. Hayber kuşatmasında ordunun içerisinde altı tane kadın sahabi vardır. Nesîbe binti Ka’b Uhud’da Allah Rasûlü’ne ﷺ muhafızlık yapmıştır. Ümmü Haram Kıbrıs’ta şehit düşmüştür.
35 – Buhârî, Hayz, 6.
36 – Aynî, a.g.e., III, s.403.